Karar verme süreçlerini yalnızca rasyonel tablolar, net bütçeler ve teknik analizlerle açıklamak artık yeterli değil. Günümüz iş dünyasında satın alma profesyonellerinin kararları, aynı zamanda görünmeyen tetikleyiciler, bilişsel eğilimler ve psikolojik motivasyonlar tarafından da şekilleniyor. İşte bu noktada devreye davranışsal ekonomi giriyor.
Davranışsal ekonomi, insan davranışlarını ekonomik modellerle birleştirerek açıklayan bir alan. Ve bu alanın ortaya koyduğu en önemli bulgulardan biri şu: küçük değişkenler, büyük kararları etkileyebilir.
Geleneksel ekonomik teorilere göre, satın alma uzmanları en iyi fiyatı, en kaliteli ürünü ve en uygun zamanı seçmek için tamamen rasyonel davranır. Fakat sahadaki gerçekler farklı. Örneğin bir tedarikçi, teklifine ilk olarak %20 indirim yazdığında daha cazip görünürken, başka bir tedarikçi aynı indirimi "kampanya bitmeden son 3 gün" mesajıyla sunduğunda kararlar hızla değişebiliyor.
Çünkü burada artık yalnızca fiyat değil, aciliyet duygusu, kıtlık etkisi ve kaybetme korkusu devreye giriyor. Bunlar da davranışsal ekonominin en sık karşılaştığımız bilişsel yanlılıklarından yalnızca birkaçı.
İlk gördüğümüz fiyat, sonraki değerlendirmelerimizi ciddi şekilde etkiliyor. Bu duruma “çapa etkisi” deniyor. Örneğin, ilk teklif 1 milyon TL ise, ikinci teklif 850 bin TL bize “uygun” gelir. Ama ilk teklif 750 bin TL olsaydı, aynı 850 bin bu kez “pahalı” algılanırdı.
Satın alma kararlarında ilk verinin nasıl sunulduğu, algıyı yönetme açısından kritik. Ve bu farkındalık bize önemli bir kapı aralıyor: kararları sadece verilerle değil, verilerin sunuluş biçimiyle de şekillendirebiliriz.
Bir tedarikçiyle uzun süredir çalışıyor olmak, onun otomatik olarak “en güvenilir” olduğu inancını doğurabiliyor. Oysa geçmiş performans geleceğin garantisi değildir. Bu noktada davranışsal ekonomi bize şunu söyler: Statükoyu koruma eğilimi, yani “mevcut durumu sürdürme rahatlığı”, zaman zaman fırsatların kaçmasına neden olur.
Satın alma profesyonelleri olarak bizim görevimiz, konfor alanlarını değil, veri temelli sorgulamaları desteklemek. “Bugüne kadar böyleydi” demek yerine, “Bugün ne değişti?” diye sormak geleceği şekillendirmenin ilk adımıdır.
Davranışsal ekonominin bir diğer güçlü yönü de “framing effect” yani sunum etkisidir. Aynı bilgi, farklı şekilde sunulduğunda bambaşka kararlar ortaya çıkabilir. Örneğin bir teklif “%90 zamanında teslimat oranı” olarak verildiğinde olumlu algılanırken, “%10 geç teslimat riski” şeklinde sunulduğunda olumsuz algılanabiliyor. Oysa içerik aynı. Buradaki ders şu: biz karar vericiler olarak yalnızca içerikle değil, iletişim tarzıyla da yönlendiriliyoruz. Bu nedenle, satın alma süreçlerinde tekliflerin nasıl sunulduğu, hangi dilin kullanıldığı, hangi vurguların yapıldığı artık teknik detaydan öte, stratejik bir mesele haline geliyor.
Tüm bu mikro etkiler bize önemli bir kapı açıyor.
Satınalmada davranışsal strateji tasarlamak
- Tedarikçilerin teklif formatlarını standardize ederek çapa etkisini azaltmak
- Riskleri yalnızca sayılarla değil, görsel simülasyonlarla göstermek
- Karar anı öncesinde alternatif senaryolarla ekiplerin “statükodan çıkmasını” sağlamak
- Kıtlık etkisi gibi tetikleyicilere karşı “karar bilinci” farkındalığı oluşturmak
- Satın alma kararlarını zamana yayarak ani kararları azaltmak
atacağımız stratejik adımlardan bir kaçıdır. Tüm bunlar, davranışsal ekonominin mikro teknikleriyle karar kalitesini artırmanın yolları.
Günümüzde başarılı satın alma ekipleri yalnızca pazarlıkta değil, psikolojide ve karar bilincinde de ustalaşıyor. Çünkü küçük gibi görünen tetikleyiciler, büyük stratejik kararlara yön verebiliyor. En iyi satın alma, yalnızca doğru fiyattan yapılan değil, doğru tetikleyicilere karşı bilinçle alınan kararlardır. Ve bizler, mikro detayları fark eden liderler olarak, sadece süreçleri değil, kültürleri de dönüştürürüz. İşte bu yüzden artık satın alma sadece bir işlem değil; bir farkındalık sanatıdır.