Blog

Çokkültürlü Yaşamda Kendini Koruyabilmek

Written by Efsun Yüksel | Oct 24, 2025 5:42:58 PM

Londra’da bir sabah yürüyüşünde fark ettim: Bir köprüden geçerken altımızdan Thames akıyor, üzerimizden de yüz farklı dil…

Bir şehirden ziyade başka bir dünyada yaşadığımızı söyleyebilirim. Ve o dünyanın içinde, her gün biraz daha başka seslerin, başka anlamların, başka benliklerin arasında yürüyoruz.

Bu çokkültürlü hayat, zenginlik, renk ve dinamizm kadar kimlik yorgunluğu da yaratıyor. Bir araştırmaya göre (Harvard Business Review, 2024), uzun süre çokkültürlü ortamlarda çalışan profesyonellerin %62’si “kendini yeterince ifade edememe” hissi yaşıyor. Çünkü birden fazla kültürün içinde var olmak, bazen kendi iç sesini duyamamak anlamına geliyor.

Kültürel çeşitlilik, iş yaşamında büyük bir avantaj. Ancak o çeşitlilikle birlikte zihinsel esnekliğe de ihtiyaç artıyor. McKinsey’in 2023 “Global Workforce Adaptability” raporu, kültürlerarası empati ve iletişim becerisine sahip çalışanların, ekip uyumunda %47 daha yüksek skor aldığını gösteriyor. Bu veriler bize şunu söylüyor: kültürel farkındalık sadece “bilgi” değil, bir dayanıklılık biçimi. Zihinsel esneklik, bir davranışı değil, bir düşünme biçimini temsil ediyor. Farklı bir kültürde, farklı bir dilde, farklı bir mizah anlayışında “kendimizi kaybetmeden” uyum gösterebilmek… Bu; “Benim kültürüm doğru, diğerleri yanlış” değil; “Benim dünyam da doğru, onlarınki de anlamlı” diyebilmekle başlıyor.

Çokkültürlü ortamlarda iki uç var: biri kendini fazla bastırmak, diğeri kendini dayatmak.

İkisi de uzun vadede duygusal yorgunluk yaratıyor. Psikolog Paul Ekman’ın “duygusal maske” tanımı tam da bunu anlatıyor: Kendimizi sürekli “uygun hale getirmek” zorunda kaldığımızda, içimizdeki özgün ses sessizleşiyor. Bunun yerine “kimliğini esnetmek” fikri daha doğru bir yol.

Esneme, kırılmadan uyum sağlama becerisi. Kültürel farkındalık eğitimlerinde kullanılan bir metafor vardır: Bambu gibi ol. Sert ağaç rüzgârda kırılır, bambu ise eğilir fakat kökünden kopmaz. Bizim de köklerimiz değerlerimizdir; esneyebiliriz ve kim olduğumuzu her zaman hatırlayabiliriz.

Kültürel zekâ (CQ), farklı kültürler arasında etkili iletişim kurma kapasitesi olarak tanımlanır (Earley & Ang, 2003). Yüksek CQ’ya sahip bireyler, çokkültürlü ortamlarda yalnızca “anlamaya” değil, “anlam yaratmaya” da odaklanırlar. Deloitte’un 2024 raporu, bu bireylerin ekip içi güven skorlarının %39 daha yüksek olduğunu ortaya koyuyor.

Kültürel zekâyı geliştirmek için üç adım öneriliyor:

1. Merak Etmek: “Neden böyle yapıyorlar?” sorusunu yargısız biçimde sormak.
2. Dinlemek: Sadece kelimeleri değil, sessizliği de duymak.
3. Yansıtmak: Farklı bir davranışla karşılaştığında önce kendi tepkini fark etmek. Bu, global dünyada yalnızca bir “yetenek” değil; bir hayatta kalma sanatı.

Çokkültürlü yaşam, dışarıdan bakıldığında parlak bir vitrin gibidir. Fakat içinde yaşayanlar bilir: bu hayatın ritmi hızlı, dengesi hassastır. Bu yüzden, “kendine dönmek” bir lüks değil, bir ihtiyaçtır aslında. Her günün sonunda kendi dilinde bir cümle kurmak, kendi kültürünün sesini duymak, küçük bir ritüel bile olsa içsel köklerini hatırlamak gerekir. Kendimize döndüğümüzde, başkalarına daha çok yer açarız. Çünkü kim olduğunu bilen biri, farklı olanı tehdit değil, zenginlik olarak görür. Ve belki de köprülerin altından akan şey tam olarak budur: Farklılıkların sesinden doğan ortak bir melodi.

Dünya artık bir köy. Veee bu köyün huzuru, birbirimizi anlamaktan geçiyor. Farklılıklarımızı törpülemeye değil, birbirine dokundurmaya ihtiyacımız var. Her kültür bir renk, her insan bir ton. Ve birlikte olduğumuzda, kendi rengimizi koruyarak, gökkuşağı oluruz.